Yüz Yıl Önce Bir İlk İçin Gemiye Binenler

Yüz Yıl Önce Bir İlk İçin Gemiye Binenler

Yüz Yıl Önce Bir İlk İçin Gemiye Binenler

Günümüzden yüz yıl önceki 1924 Olimpiyatları yine Paris’teydi. Resmen kuruluşu üzerinden henüz bir yıl bile geçmemiş olan yeni Türkiye Cumhuriyeti’nin kendini dünyaya kabul ettirme hedefi için bir fırsat doğmuştu ve spor camiası seferberliğe girmiş, ay-yıldızlı formayı ilk kez uluslararası arenaya taşımaya hazırlanılıyordu. Kafile başkanı olarak Ali Sami Yen (1886-1951) belirlendi ve yolculuk hazırlıkları başladı.

Önemli Noktalar

Ali Sami Yen ve Denizcilik 

1905’te Galatasaray Futbol Kulübü’nü kuran, birçok spor branşını kulüp bünyesine taşıyan ve tüm spor kulüplerini bir birlik altında toplayan Ali Sami Yen, denizcilik alanında da önemli girişimlerde bulunmuştu. Ülkesinde amatör denizciliğin gelişmesi ve denizcilik kültürünün yayılmasındaki öncülüğünü, 1913’te Kalamış Koyu’ndaki Beau Rivage yalısında Galatasaray  Denizcilik Müzesi’ni yaratarak sürdürmüştü. 

Erken yaşta kaybettiği babasının entelektüel kişiliğinden etkilenmiş olduğu şüphe götürmez. Edebiyat dünyasının önemli isimlerinden, ilk Türkçe romanın, ansiklopedinin ve sözlüğün yazarı olan Şemsettin Sami’nin oğluydu. Mektebi Sultani’de okumuş, Avrupai yaşam tarzına sahip bir aile ortamında büyümüştü. 

Ömrünün büyük kısmını spora adamış ve birçok ilke imza atmış olması, cumhuriyetle birlikte kurulan Türkiye İdman Cemiyetleri İttifakı’nın kurucu başkanı olarak atanmasını getirdi. Bu makam onu önce ilk Olimpiyatlar deneyimini yaşamaya, ardından da 1926-1931 arasında Milli Olimpiyat Komitesi başkanlığına taşıdı.

Arnavutluk göçmeni ve deniz kültürüne uzak bir aileden gelmesine rağmen Boğaziçi kıyısında geçen çocukluk yıllarında denize ilgi duydu. Galatasaray’ın ilk kadrosundaki arkadaşlarından Abidin Daver’in de etkisiyle denizciliğe merak sardı ve Birinci Dünya Savaşı yıllarında Heybeliada Bahriye Mektebi’nde eğitmenlik yaptı. 

Denizciliğe Neden İlgi Duydu?

O yıllar hatıratına şöyle yansımıştı: “1914’te Birinci Dünya Savaşı’nın başlaması yeni bir sporun başlamasına vesile oldu. Bu, denizcilikti. Bütün kotra ve futalara el konmuştu. Donanma Cemiyeti su sporlarını yaymak için bunları kulüplere dağıttı. 

Başka şekilde sahip olamayacağımız tekneleri ele geçirme heyecanı içinde, tüm sevgimizle kendimizi bu spora verdik. Ben yakın mesafe kaptanlığı sınavına hazırlandım ve gemicilikle denizde bayrakla haberleşmeyi öğrendim. Bir kotrada yapılacak tüm işleri öğrenip küçük denizcilik müzesi oluşturdum.” 

Bahriye Nazırı Cemal Paşa’nın da desteğiyle açılan Galatasaray Denizcilik Müzesi, 1918’de İstanbul’un işgali sırasında binaya el konmasından dolayı uzun ömürlü olamadı ama koleksiyonu Galatasaray Lisesi’nde korumaya alındı ve bugün halen Beyoğlu ve Rams Arena’da faaliyet gösteren Galatasaray müzelerinde görülebiliyor. 

Ali Sami Yen’in kurduğu kulübün sporcuları, ilk kez 1914 yılında Moda Koyu’ndaki kürek yarışlarına katılarak su sporlarına el atmıştı. 1917’de İnci kotrasıyla Fenerbahçe-Kınalıada arasındaki yelken yarışını kazanmışlar, müze fikri de o zamanlar doğmuştu. “Kotranın eksiklerini tamamlamak için kalafat yerinde sık sık dolaşıyordum. Bir gün ihtiyar bir gemicinin sattığı bir derin su iskandilini 15 kuruşa almayı başardım. Çok eski modası geçmiş bir aletti. Temizleyip parlattıkça gemicilik odamızın masasının üzerinde kendisini gösterdi. Yanına ikinci bir alet getirme hevesi yavaş yavaş denizcilik müzemizin ortaya çıkmasına yol açtı.”

Gençleri Spora Teşvik Etti

Ortaya çıkan sadece müze değildi. Bir yandan da gençler arasında farklı spor branşları yayılıyor, aynı anda farklı disiplinlerde çalışan komple atletler nesli doğuyordu. Bu nesil nihayet 1923’te erişilen barış ortamıyla kendini spora verecek, ilk Olimpiyatlar’a katılan kafilede de onlar yer alacaktı. 

1923 Türkiye için yeni bir başlangıcın tescillendiği yıldı. Dört yıldır bağımsızlık savaşı veren Ankara’daki parlamento barış ortamına kavuştu ve cumhuriyeti ilan ederek bağımsızlığını kazandı. Atatürk’ün 1923’te kurduğu Türkiye Cumhuriyeti için öngördüğü çok boyutlu çağdaşlaşma atılımında siyasi, iktisadi ve sınai reformların yanında, toplumun her alanda evrensel kültürle buluşması da hedefleniyordu. 

“Ben sporcunun zeki, çevik ve ahlâklısını severim” özdeyişiyle simgelenen spor kurumları, yeni anayasal parlamenter devletle eşzamanlı yapılandırıldı. Sporun uluslararası tanınırlık gücüne inanan Atatürk, ülkesinin 1924 Paris Olimpiyatları’na temsil edilmesini özellikle önemsiyor, ülkesinin yeni çağdaş yüzünü dünyaya göstermek istiyordu. 

Modern Olimpiyatlar’ın kurucusu Baron Pierre de Coubertin daha önce de Türkiye’yle ilişki kurmuş, hayaline ortak olan bir Türk spor insanı olan Selim Sırrı Tarcan’ı (1874-1957) Uluslararası Olimpiyat Komitesi üyeliğine (1908-1930) kabul etmişti. Böylece ülkenin Olimpiyat macerası aynı okulda okumuş, sporla aynı kişi tarafından tanıştırılmış (Faik Üstünidman) iki sporcu tarafından başlatılmış oldu. Selim Sırrı Tarcan, Türk sporcuların organizasyona katılımı için gösterdiği çabaların yanında Milli Olimpiyat Komitesi başkanlığı (1922-1927) da yaptı.

Citius, Altius, Fortius

İ.Ö. 8’inci yüzyılda, Peloponez yarımadasındaki Olympia tapınağında fiziksel ve zihinsel uyum, centilmence yarışma, iyi rekabet ve kutsal ateşkes idealine dayalı spor karşılaşmaları düzenli olarak kutlanan bir ritüel hali almıştı. Zeytin dalından yapılmış bir taç kazanmak için gayret göstererek fiziksel gücü aşma çabası, yaklaşık iki bin yıl sonra Pierre de Coubertin’e ilham verene kadar Olympia’dan bahseden olmadı. 

Coubertin’in 1892’deki uluslararası spor organizasyonu düzenleme fikri, 13 ülkenin katılımıyla oluşan Uluslararası Olimpiyat Komitesi’ni doğurdu. İlk Olimpiyat antik döneme atıfla 1896’da Atina’da düzenledi. Finansman Dünya Ticaret Fuarı’nın (EXPO) yan etkinliği olmasıyla sağlandı.

“Citius, Altius, Fortius” (Hızlı, Yüksek, Güçlü)…

Olimpiyatlar’ın mottosu bu üç sözcükten oluşuyordu. Her ülkenin bayrağında bulunan ve ortak renkleri taşıyarak kıtaları simgeleyen halkalar 1920’de kullanılmaya başlandı. 1924 Paris Olimpiyatları’na kadar sadece reayadan tek tük bireysel katılımlar görülmüştü ama 

Türkiye olimpik sisteme ilk kez ulusal takımlarla resmen eklemleniyordu. 

Futbol takımındaki Nihat Bekdik aynı zamanda boksör, kürekçi ve atletti. Birkaç yıl sonra Deniz Harp Okulu’na girecek, ileride Atlantik Okyanusu’nu geçen ilk Türk yelkenci grubu arasında olacaktı. O yıl ise Türk milli futbol takımıyla yüz yıl boyunca tasarım esasları değişmeyen ay yıldız bantlı formayı yurtdışında ilk kez Paris’te giydi. 

Hükümetin 1924 Paris Olimpiyatları’na katılım kararı üzerine yapılan seçmeler sonucunda ilk Türk Olimpiyat kafilesi belirlenmiş ve beş branştan (atletizm, futbol, güreş, halter, bisiklet) 32 sporcunun Paris’e gönderilmesi kararlaştırılmıştı. Açılış töreninde ulusal bayrağı Unvan Tayfuroğlu taşıyacaktı.Türkiye kafilesini İstanbul’dan Marsilya’ya taşıyan Fransız bandıralı Jacques Fresine bir kargo gemisiydi.

Bu yüzden Akdeniz’de geçen dört gün boyunca oldukça konforsuz bir seyahat yaşayan kafile bir fırtına atlatmanın yanında son iki gün yiyecek bulmakta bile zorlandı. Marsilya’dan sonra Lyon üzerinden trenle Paris’e ulaşmaları da toplamda on günü buldu. Sonuçta 1924’deki ilk Olimpiyat katılımında Türk atletler, futbol takımı ve güreşçiler ilk turda elendi.

Bisikletleri zamanında gümrüğe gelmediği için bisikletçiler yarışamadı. Selim Sırrı Tarcan Başvekil İsmet Paşa’ya sunduğu teşekkür mektubunda sporu ulusal ilke düzeyine getirmiş ülkelerin elinden birincilik almanın imkânsız olacağını belirtti. Bu sonuç olağan karşılandı ve denemeye devam kararı alındı. 

Amsterdam Olimpiyatları

Türkiye 1928 Amsterdam Olimpiyatları’ndan da eli boş döndükten sonra olimpik branşlarda Balkanlar ve Avrupa’da başarıya odaklandı. Spor eğitimi her düzeydeki okullarla tabana yayıldı ve güreş, binicilik ve okçuluk gibi geleneksel branşlarda modernizasyona gidildi. Bu çabaların sonucu olarak Türkiye ilk Olimpiyat madalyasını 1936 Berlin Olimpiyatları’nda kazandı. 

61 kilo grekoromende Yaşar Erkan’ın altın, 79 kilo serbest stilde Ahmet Kireççi’nin bronz madalya kazanmasıyla güreşte iddia başladı. Geleneksel yağlı güreş birikiminin evrensel koşullarla ele alınmasıyla elde edilen uluslararası dereceler, “Türk gibi kuvvetli” deyişini doğurdu ve Türkiye’yi bu branşta en çok Olimpiyat madalyası alan ülke konumuna taşıdı. 

Olimpiyat başarıları branşın daha da popülerleşmesini sağladı, madalya kazananlar törenlerle karşılanıp ödüllendirilmeye başlandı. Yüz yıl önce Paris’e giden ilk Türk Olimpiyat kafilesi, yurtdışında milli forma giyen ilk Türk sporcular olmalarından dolayı 1974’te ellinci yıl plaketiyle onurlandırılmıştı. O günün üzerinden yarım asır daha geçti ve Türkiye bu yıl Paris’te madalya peşinde koşarken bir yandan da Palais Galliera’da kurulan İstanbul Evi’nde olimpik tarihinin yüzüncü yılını kutladı.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Yazı Konu Başlıkları

Online Keşife Bültene Abone ol

Güncel Konular

Sıcak Denizden Gelir
Küresel ısınmanın denizlere oldukça geniş kapsamlı etkileri oluyor ve çeşitli…
Schengen Vizesi Almak İçin...
Schengen vizesi, Avrupa’nın Schengen Bölgesi’nde seyahat etmek, çalışmak ya da…
Paris’in Altında Ne Var?
Bu yılın en çok ses getiren filmlerinden biri Xavier Gens’in…
Leros’ta Ne Var?
Güney Ege’de küçük ve ücra bir Yunan adası olan Leros,…
Yüz Yıl Önce Bir...
Günümüzden yüz yıl önceki 1924 Olimpiyatları yine Paris’teydi. Resmen kuruluşu…

Dilediğiniz Makaleyi Bulun...

Online Keşif'teki çerezler hakkında?

Bu site, cihazınızda bilgi depolamak için çerezler kullanır – bazıları sitemizin çalışması için gereklidir, diğerleri ise siteyi ve reklamlarımızı geliştirmemize yardımcı olur, ancak siz izin vermedikçe gerekli olmayan çerezleri ayarlamayacağız.

Tercihlerinizde istediğiniz zaman değişiklik yapabilirsiniz.